Yaşam

Gülmenin ciddiyeti, mizahın komikliği

Gülmeyi, delilik ve hastalık ile mutluluk arasındaki sınır bölgesinde konumlandıranlar çoğunlukta. Özellikle Antik Yunan’dan bu yana, söz konusu yaklaşım bazı farklılıklara rağmen hâlâ revaçta.

Bu durum, Hippokrates’in ‘Gülmeye ve Deliliğe Dair’ başlığıyla kitaplaştırılan fikirlerinde de karşımıza çıkmıştı. Demokritos’un tutulduğu gülme “hastalığı” yüzünden Abderalıların yazdığı mektupla resmiyet kazanan meseleye yoğunlaşan Hippokrates, gülmenin bir derinliğinin bulunduğunu ve “delilikten öte bir durum olduğunu” not etmişti. Hatta gülmeyi ciddi felsefi bir konu diye niteleyip hem bu eylemin hem de mizahın ince bir alay şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyordu.

Hippokrates’ten bu yana gülme ve mizah üzerine düşünüp kalem oynatan filozoflara rastlıyoruz. Zamanımızda gülmenin ve mizahın ne anlama geldiğini, onların politik birer eylem olup olmadığını sorgulayan yazarlara da…

Felsefeci ve televizyon programcısı Yves Bossart, ‘Her Şeye Rağmen Gülmek’te mizahın felsefesinin olup olamayacağını tartışırken neye, ne zaman güldüğümüzü, gülmenin benliğimizde hangi değişiklikleri tetiklediğini ve mizahın ahlaki sınırlarının bulunup bulunmadığına dair kafa yoruyor.

OYNAYAN VE GÜLEN İNSAN ARASINDAKİ BAĞ

Bossart; gülmenin, mizahın ve şakanın “ölçüyü kaçırma hâlleri” olduğunu, sağlıklı zihni ve terbiyeyi bir anlığına rafa kaldırmayı sağladığını, bunun da rahatlama ve özgürlük getirdiğini söylüyor. Buradan baktığımızda gülmek ve mizah, kalıpları ve sınırları aşan bir eyleme dönüşüyor. Bizi kahkaha atan ve gülünç olan özümüzle buluşturuyor.

Bossart, Ludwig Wittgenstein’ın “bir ruh hâli değildir, dünya görüşüdür” dediği mizahın, hem bir iletişim biçimi hem de dünyayla aramıza mesafe koymayı sağlayan bir etkinlik olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda Umberto Eco’nun ifadesiyle “korkuyla baş etme sanatı” bu; beri yandan, şiddet barındıran aşırılıkların üstesinden gelmeyi kolaylaştırıcı ayakları yere basan bir güç gösterisi.

Bossart’ın verdiği örneklere ve tarihsel gelişimine baktığımızda mizahın, kuvvetli bir eleştiri içerdiğini, kişilerin ve toplumların ilerlemesine katkı sağladığını görüyoruz. Bir ironi var mizahta; yazarın ifadesiyle “kahkahanın içinde bir başarısızlık, koyverme ve teslimiyet saklı.” Gülmenin, kişinin sağlığını olumlu etkilediğini, mizah malzemesi hâline getirileni ise biraz huzursuz ettiği de bir gerçek.

Bossart, oynayan insan (Homo Ludens) ile gülen insan arasında güçlü bir bağ bulunduğunu hatırlatıyor. Bu tarihsel, felsefi ve psikolojik süreç, hem olumlu hem de olumsuz taraflarıyla öne çıkıyor: “Oyuncu bir gülüş dost canlısı bir eylem olsa da işin bir de karanlık tarafı var. İnsan, başkalarına gülümsediği gibi kimi zaman bu gülüşün altında alaycılık da yatabilir. Yani gülmenin toplumsal yönden yararlı yönünün yanı sıra ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir tarafı da var. Bu da zaman zaman karşı tarafı çemberin dışına itebildiği gibi onu cezalandırabilir ve aşağılanmasına sebep olabilir. Öte yandan, hep birlikte birine gülmek insanları birbirine bağlar.”

Bahsi geçen ikiliğin Antik Yunan’da Platon’dan beri var olduğunu; gülmenin ve mizahın çift yönlülüğünün sürekli tartışıldığını anımsatan Bossart, mizahın bir üstünlüğe mi, yoksa zayıflığa mı denk geldiğinin filozoflarca sorun hâline getirildiğini örneklerle ortaya koyuyor. Yazar, bunlar dışında üçüncü ihtimalden daha bahsediyor; hem birbirine benzemeyenlerin yan yana gelmesi hem de mizahın zapt edilemezliği ve boyun eğmezliği babında uyumsuzluk. Bu noktada uyumsuzluk teorisinin kökenine ilişkin bir not düşüyor: “Jean Paul, uyumsuzluk teorisinin önde gelen savunucularından biri olarak kabul edilir. Gülünç olanın ‘ters yüz edilmiş yüce’ ve komik olanın ‘sonsuz tutarsızlık’ diye tanımlanması da ona atfedilir.” Uyumsuzluk teorisi olsun, başka fikirler olsun, işin özünde, yaşananlara dışarıdan bakabilme ve eleştiri yer alıyor. Mizahın komikliği de ciddiyeti de burada aranmalı Bossart’a göre.

BİR ÇEŞİT MİZAH FELSEFESİ

Bossart, evrensel bir yanı bulunduğunu kabul etmekle birlikte mizahın, kültürden kültüre, coğrafyadan coğrafyaya farklılıklar gösterdiğini (ya da gösterebileceğini) es geçmiyor. Eğlencenin ve gülmecenin dozunun da benzer bir şekilde değerlendirilebileceğini belirttikten sonra karşımıza mizah-estetik ilintisine dair bir yorumla çıkıyor: “Güzellik, sanat ve tasarım için geçerli olan her şey mizah için de geçerlidir. Hayattaki ideallerimiz ve sahip olduğumuz değerler, mizah ile ilgili tercihlerimize de yansır. Bunlar hakkında pekâlâ tartışabiliriz de. Öyleyse bu durumu fikir ayrılıklarına takılıp kalmak yerine felsefi sorular hakkında kafa yormak için bir fırsata çevirmemiz gerekir: Hayata hangi pencereden bakıyoruz? Ölüm hakkında ne düşünüyoruz? Peki ya cinsellik ya da kendimiz hakkındaki düşüncelerimiz neler? Tüm bunlar ve dahası, neye güldüğümüzde saklı. Başka birine sizin mizah anlayışınızı empoze edebilmek, aynı zamanda onu kendi yaşam idealleriniz konusunda heyecanlandırabilmenizi ve ona sahip olduğunuz belli değerlerin önemini aktarabilmenizi, yani Wittgenstein’ın deyişiyle onu kendi ‘dünya görüşünüzle’ tanıştırmayı gerektirir. Mizah, hakkında tartışabileceğiniz bir olgudur. Bunun için öncelikle kahkahayı hayat hakkında konuşmak için bir fırsata dönüştürmek gerekir.”

Bossart, hicvin ve mizahın sınırının nasıl belirlenebileceğini ya da bunun ne olabileceğini acı ve manidar hikâyeler yardımıyla tartışırken onların nereden ve nasıl beslendiğine ilişkin bir fikir atıyor ortaya: “Komiklik için klişeler ne kadar önemliyse hiciv için de abartı o kadar önemlidir. İyi hiciv abartıdan, çarpıtmadan ve provokasyondan beslenir çünkü ihtiyaç duyulan can alıcı vuruş ancak bu sayede gerçekleşebilir. Tıpkı bir insan karikatürünün o kişinin yüz hatlarını bilhassa vurgulaması gibi abartı da deyim yerindeyse her şeyi ‘altında sakladığı gerçek tanınır hâle gelinceye değin takip eder.’ Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno, bir adım ileri giderek ‘sadece abartılanın gerçek olduğunu’ söylemiştir.”

Enine boyuna incelendiğinde mizahın düşünme, yaşamın devamını sağlama ve trajedi ile komedi arasında denge kurma gibi önemli özellikleri bulunduğunu fark etmemizin mümkün olduğunu söyleyen Bossart; Hippokrates gibi “gülmenin bilgeliği”nden bahsediyor. Dolayısıyla mizah felsefesinin temelinde düşünmenin, idrak etmenin ve bu bilgeliğin bulunduğunu belirtiyor. Bir de “yetişkinmiş gibi yapan çocuklar” olarak kalmamızın…

ayranciajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu